28 Haz 2012

LÜTUF VEYA LANET ????

  İnsanlar tanrının bu dünya üzerinde yarattığı en zeki canlılardır Biz,  hastalıklara tedavi bulabiliyoruz, teknolojik buluşlar icat ederek hayatımızı gün geçtikçe daha kolay hale getirebiliyoruz, hatta uzaya çıkabiliyoruz. Düşünebilen zeki bir varlık olmanın avantajları bizi hayat piramidinin en tepesine yerleştirdi. Bütün canlılara hükmediyoruz. Onlara eziyet ediyor, acımasızca katledebiliyor ve yine  onları koruyabiliyor, kurtarabiliyoruz.
  Zeka muhteşemdir. Kendimizi çok kötü durumlardan kurtarabilmemizi, ömürlerimizi 20-30 yıl uzatabilmemizi ve belki bir gün yüzlerce yıl daha uzatabilmemizi, icat ettiğimiz araçlarla dünyayı gezebilmemizi, sevdiklerimiz bizden ne kadar uzakta olursa olsun bir tıkla onları görebilmemizi,  onlarla konuşabilmemizi sağlamaktadır. Kötü olanı yaptırdığı gibi, kötü olanı farketmemizi, onadan uzak durabilmemizi, gerekirse başkalarını da uzak tutabilmemize yaramaktadır.
  Aile kavramımız, zekaya bağlı olarak gelişen zihnsel ve duygusal kapasitemiz sayesinde çok güçlüdür. Her canlı yavrusuna düşkündür, ama bir insan annesinin yavrusuna düşkünlüğü ve bağı, doğanın sınırlarının üzerine çıkmaktadır.
  Peki her şey güzel midir…….Hayır elbette değildir. Zeka aynı zamanda hırsı da beraberinde getirir, işte bu hırstır, bizi diğerlerini ezmeye iten, bu hırstır, açlıkların, savaşların sebebi…Zekanın bir bedeli budur ve bu çok ağır bir bedeldir.
  Tanrı bizi zeki yaratırken aslında bize sadece bir lütuf vermedi. Zeka aynı zamanda bir lanet ve bir yüktür de. Annemin çok güzel bir lafı vardır, “ne kadar salaksan, o kadar mutlusun”..
  Bana sorarsanız bu doğrudur. Bir insan ne kadar çok şey bilirse, ne kadar çok şey düşünür- irdelerse o kadar yorulur, o kadar kendini mutsuz edecek şey bulur, o kadar üzülür bu hayatta.  Her güzel şeyin bir bedeli vardır evet ve zekanın bir diğer ağır bedeli de budur. Pirimitif korkularımız dışında hissettiğimiz her korku, hayatta bizim gördüğümüz ve öğrendiğimiz şeylerden doğmuştur. Değersizlik hissi, başarısızlık hissi, terkedilme korkusu, hastalanma korkusu, adamın birinin bir gece yarısı evimize girip bizi katledebileceği korkusu, çocuklarımıza iyi birer gelecek verememe korkusu…bunlar ve muadili pek çok korku ve sıkıntı hayatın işleyişi içerisinde yavaş yavaş öğrendiğimiz ve yaşamımızı zorlaştıran etkenlerdir.
  Bilmeyen veya bilemeyen bir canlı için, kendini değersiz hissetmek diye bir şey yoktur. Bunun anlamı içselleşmemiştir. Aynaya baktığında gördüğü şeyden memnun olamama diye birşey yoktur çünkü en başta kendini irdeleme yoktur. Düşünme kapasitesi geniş olmayan bir canlı kendini başarısız hissetmez, basit zaferlerle başarısızlığını örtme arzusuna girişmeye ve kendinin daha da mutsuz etme yollarına bulaşmaz..Çünkü en başta başarı ve başarısızlık gibi kavramlardan arınmıştır..
  Aşkı yaşamayı bilmeyen bir can, onun getirdiği acıları ve sıkıntıları da bilmez. Bazen birini beklemenin veya birini kaybetmenin veya yanındayken hislerini anlatamamanın ne kadar acı dolu olduğunu bilmez.. Bu bir lütuftur aslında.
  Durduk yere kendine korkular üretmez insandan başka canlılar. Onların hayat programında bu yoktur. Durduk yere hasta olmaktan, parasını kaybetmekten korkmaz çünkü hasta olacaksa olacaktır, bunu bilmez sadece olur, olduğunda mücadele eder veya ölür..
  Ölme duygusunu anlayan ve ondan gerçek manasıyla korkan tek canlı insandır. Bir kedicik içgüdüsel olarak kendine zarar verecek şeylerden kaçınır ama gün içerisinde durduk yere aklına hayatın akıp gittiği ve bir gün kendisinin de öleceği düşüncesi gelmez. Hiçbir kedicik, hayatta bir sürü şey başarmak isterken hiçbir şey başaramamış olduğunu dolayısıya hayatının bir hiç uğruna akıp gittiği hissini yaşamaz…
  Tanrı bize gerçekten iyilik mi yapmıştır yani?  Yoksa bu bir yük bir imtihan mıdır ? Bu sorunun cevabı herkes için farklı olacaktır. Ama bildiğim bir şey var ki, insan bazen gerçekten de bilmedikleriyle mutludur…….


Hiç yorum yok: